Deme! Neden derdim yok deme!
Beyazlar içinde simsiyah rüyalar görürsün. Neden derdim yok dersen, saçlarını
köklerinden yolup göz pınarların kuruyana kadar ağlarsın. Kurumuş yapraklar
çıtırdar vücudunda, karanlık sokak köşelerinde uyanırsın uyanıkken… Nefes alamazsın çoğu zaman, teselliyi bir saç
fırçasında ararsın ya da eski bir kokuda… Korktuğun anlarda en sevdiğin tatlıyı
hatırlamakta bulursun çareyi. Kendince… Seni anlamayacak bir sürü insana yakarsan
da yüreğindeki denize attıkları taş bakışlarla milyonlarca damlayı yüzüne
sıçratırlar.
Neden derdim yok deme, çünkü içindeki çocukla sahiplerinin bile ayıramadığı sokak köpeklerini tüm mahalleyi ayağa kaldırana kadar kavga ettirirsin. Bir zamanlar derdinin olmadığı harikulade günleri hatırlayıp o zamanların her salisesine intizar edersin. Kalbinin kelebek kanadı gibi en masum çırpınışlarına aldırmadan, gözlerinin içine sinsi bir kedi gibi baka baka üzerine yürüyen sonradan görme aşkların ve sonradan insan olmuşların kurbanı olursun. Korktun mu? Evet, kediler ürkütür.
Hiçbir şey olmasa bile herkesin
ayağına çakıl taşı gibi takılan dertler, kendi ayağına ne zaman takılacak
paranoyası bile şu an teneffüs ettiğin havayı, dedenin bahçesindeki domates
kokusunu, babanın elinden tutup seni çarşı pazar dolaştırdığı günleri, okul
yıllarında arkadaşında kalmak için uydurduğun bahaneleri, uzun gecelerde
annenin uyuman için saçlarını tel tel okşadığı ve bir daha asla yaşayamayacağın
dakikalarını sana asla geri getirmez. Bu paranoyanın batırdığı ucu parlak
iğneler ruhunu kanatmaya yeter de artar bile…
Dünya dönüyor. Kim ne derse
desin, dönüyor. En acımasız ihaneti yaşasan da en sefil halinde yoksullukla
boğuşsan da en derin özlemleri çeksen, en umutsuz hastalıkların pençesinde
olsan da hatta en sevdiğini kaybetsen de dünya dönmeye devam ediyor. Saniyeler
tık tık ilerliyor. Mevsimler değişiyor. Gelecek kış da hava soğuk olacak ama belki
önümüzdeki kış geçtiğimiz kış ki kadar güzel titreyemeyeceksin. Gelecek bahar,
geçtiğimiz baharda ciğerlerini panayır yerine çeviren topraktaki yağmur
kokusunu hissedemeyeceksin. Bir filmde canlandırılan o muhteşem kare, Şeyh
Edebali’nin rüyası gözlerimin önündedir hep… Hani Osmanlı İmparatorluğu’na
delalet olduğu söylenen üç kıtaya yayılacak büyülükte binlerce dala ayrılan o
devasa ağaç… Hayatı o kocaman ağaca benzetirim. Her bir dal ile yeni bir yol
ayrımına girer insan geriye dönüşü olmayan… Saçma mı? Belki…
Neden derdim yok diyorsun ki;
yıllar sonra mutluluğu anneannesinin eline kürdan vermesine sevinen bir çocuğun
cıvıl cıvıl sesinde bile bulabilecekken, aynı çocuğun banyodaki leğene su
doldurup, sokaktan bulduğu sopanın ucuna ip bağlayarak leğendeki oyuncak
balıkları tuttuğundaki sevincini paylaşabilecekken… Ne mutlu bana ki
ayakkabımın içinde bir ayağım var diyebilecekken ve bunu söylerken Konfiçyüs’ün
kulaklarını çınlatacakken… Göz kenarlarındaki bariz yaşlılık ve ölüm belirtisi
olan çizgilere ya da ağarmış saçlarına bakarak, bunlar benim yaşadıklarımdan
kalan güzel hatıralar diyebilecekken… Kocam beni dövüyor ama en azından eve
ekmek getiriyor gibi aptalca iyimserlikler gösterebilecek durumlara dahi
gelebilecekken… Ve kendine mutlu olabilecek, psikologların adını savunma
mekanizması koydukları daha binlerce saçma sapan bahaneler bulabilecekken… Gel
deme, neden derdim yok, deme…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yukarıdaki yazıyla ilgili yorumunuzu alayım : )