5 Eylül 2012 Çarşamba

Neden derdim yok deme!

Deme! Neden derdim yok deme! Beyazlar içinde simsiyah rüyalar görürsün. Neden derdim yok dersen, saçlarını köklerinden yolup göz pınarların kuruyana kadar ağlarsın. Kurumuş yapraklar çıtırdar vücudunda, karanlık sokak köşelerinde uyanırsın uyanıkken…  Nefes alamazsın çoğu zaman, teselliyi bir saç fırçasında ararsın ya da eski bir kokuda… Korktuğun anlarda en sevdiğin tatlıyı hatırlamakta bulursun çareyi. Kendince… Seni anlamayacak bir sürü insana yakarsan da yüreğindeki denize attıkları taş bakışlarla milyonlarca damlayı yüzüne sıçratırlar.

Neden derdim yok deme, çünkü içindeki çocukla sahiplerinin bile ayıramadığı sokak köpeklerini tüm mahalleyi ayağa kaldırana kadar kavga ettirirsin. Bir zamanlar derdinin olmadığı harikulade günleri hatırlayıp o zamanların her salisesine intizar edersin.  Kalbinin kelebek kanadı gibi en masum çırpınışlarına aldırmadan, gözlerinin içine sinsi bir kedi gibi baka baka üzerine yürüyen sonradan görme aşkların ve sonradan insan olmuşların kurbanı olursun. Korktun mu? Evet, kediler ürkütür.

Hiçbir şey olmasa bile herkesin ayağına çakıl taşı gibi takılan dertler, kendi ayağına ne zaman takılacak paranoyası bile şu an teneffüs ettiğin havayı, dedenin bahçesindeki domates kokusunu, babanın elinden tutup seni çarşı pazar dolaştırdığı günleri, okul yıllarında arkadaşında kalmak için uydurduğun bahaneleri, uzun gecelerde annenin uyuman için saçlarını tel tel okşadığı ve bir daha asla yaşayamayacağın dakikalarını sana asla geri getirmez. Bu paranoyanın batırdığı ucu parlak iğneler ruhunu kanatmaya yeter de artar bile…

Dünya dönüyor. Kim ne derse desin, dönüyor. En acımasız ihaneti yaşasan da en sefil halinde yoksullukla boğuşsan da en derin özlemleri çeksen, en umutsuz hastalıkların pençesinde olsan da hatta en sevdiğini kaybetsen de dünya dönmeye devam ediyor. Saniyeler tık tık ilerliyor. Mevsimler değişiyor. Gelecek kış da hava soğuk olacak ama belki önümüzdeki kış geçtiğimiz kış ki kadar güzel titreyemeyeceksin. Gelecek bahar, geçtiğimiz baharda ciğerlerini panayır yerine çeviren topraktaki yağmur kokusunu hissedemeyeceksin. Bir filmde canlandırılan o muhteşem kare, Şeyh Edebali’nin rüyası gözlerimin önündedir hep… Hani Osmanlı İmparatorluğu’na delalet olduğu söylenen üç kıtaya yayılacak büyülükte binlerce dala ayrılan o devasa ağaç… Hayatı o kocaman ağaca benzetirim. Her bir dal ile yeni bir yol ayrımına girer insan geriye dönüşü olmayan… Saçma mı? Belki…

Neden derdim yok diyorsun ki; yıllar sonra mutluluğu anneannesinin eline kürdan vermesine sevinen bir çocuğun cıvıl cıvıl sesinde bile bulabilecekken, aynı çocuğun banyodaki leğene su doldurup, sokaktan bulduğu sopanın ucuna ip bağlayarak leğendeki oyuncak balıkları tuttuğundaki sevincini paylaşabilecekken… Ne mutlu bana ki ayakkabımın içinde bir ayağım var diyebilecekken ve bunu söylerken Konfiçyüs’ün kulaklarını çınlatacakken… Göz kenarlarındaki bariz yaşlılık ve ölüm belirtisi olan çizgilere ya da ağarmış saçlarına bakarak, bunlar benim yaşadıklarımdan kalan güzel hatıralar diyebilecekken… Kocam beni dövüyor ama en azından eve ekmek getiriyor gibi aptalca iyimserlikler gösterebilecek durumlara dahi gelebilecekken… Ve kendine mutlu olabilecek, psikologların adını savunma mekanizması koydukları daha binlerce saçma sapan bahaneler bulabilecekken… Gel deme, neden derdim yok, deme…

4 Eylül 2012


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yukarıdaki yazıyla ilgili yorumunuzu alayım : )