6 Eylül 2012 Perşembe

Detaylara takılmak...

Detay, ayrıntı, teferruat… Üçünün de manası aynı… Hangisini kullansam daha çok dikkat çekerim diye düşünmeden teferruatla başlamıştım ama kişilerin önyargıları yüzünden, bazen dilimizde aynı anlama gelen birçok kelimenin olması beni kızdırıyor. Kelimeleri bile sahiplenmişler. Detay desen şucu, teferruat desen bucu oluyorsun. Derken asıl konuşacağın meseleyi unutuyorsun. Ben hepsini kullanıyorum. Eski-yeni ayırmadan tüm sözcükler benimdir, o kadar diyerek şucu ve buculara meydan okuyorum.  Daha az önce aynı paragrafta hem “kelime”yi hem “sözcük”ü, hem “anlam”ı hem “mana”yı bir arada kullanmanın zevkini yaşıyorum ve şu anda daha konunun başında böyle bir detaya takıldığım için kendime kızıyor, dişlerimi sıkıyorum.

Bu kız sonunda sadede gelir. Teferruata takılmak hayatta en iyi becerilen şeylerden biridir. Bütün azılı problemler de bu beceri sayesinde yakalara yapışır. Uykusuzluk, asabiyet, şüphecilik,  umursamaz tavırlar, sarkastik davranışlar, olur olmaz hırçınlıklar, yersiz saplantılar, sayısız depresif haller…



Çıkarana ne mutlu… Bunların hepsini sadece tek bir ruha ve bedene sahip olan biri aynı anda yaşayabilir mi? Cevap: Evet…  Ama bunları yadsımakta ve saklamakta üstümüze yoktur. Söylense ele ne geçecek ya da elde ne kalacak? O da ayrı bir mevzu… Amacım psikolojik travmalarını ötekilerle paylaşanları cesaret timsali ilan etmek değil… Peki, amacım ne? Ayrıntılarda yaşamanın bir insanın hayatını nasıl çekilmez hale getirdiğinin altını çizmek… Konunun uzmanı olmadığım için satırların altını etrafımda ve kendimde gördüğüm kadarıyla incecik bir çizgiyle çizeceğim, fazlası beni aşar.

Yastığa beş kala uyumak ne demek bilirsiniz. O kadar özenirim ki böyle insanlara… Sanki onlar henüz keşfedilmemiş bir âlemden geliyorlar gibidir. Böyle kişiler size bir karış mesafede olsa da gösterdikleri bu üstün başarı onları gözünüzde sanallaştırır. İnanılmaz bir olay… Gün içinde yaşanılanları hop diye arkaya atıp kendini yumuşacık yatağın kollarına bırakabilmek… Bu nasıl olur? Ya takıntılılar yaşadıklarını mübalağa ediyor ya da saniyeler içinde rüyalara dalanlar hiçbir şey yaşamadan uyku saati geliyor.
Hayatın evrelerine göre değişiyor iki ayakların takıldığı detaylar… Çocukluk döneminde “babam istediğim oyuncağı almamak için bahane mi ediyor, yoksa gerçekten parası yok mu, arkadaşım benimle niye oynamadı, yoksa bana küstü mü” gibi basit ve gerçekten çocukça ayrıntıların yerini ergenlikte, “ben bu gruba niye giremiyorum, çirkin miyim, hiçbir enstrüman çalamadığım için olabilir mi, annemle babamın kavga etmesine neden benim, ben olmazsam mutlu olurlar” gibi evhamlar alır. Gençlikte “üniversiteyi kazanamazsam ne yaparım, ailemin istediğini mi yoksa kendi istediğim bölümü mü okumalıyım, doktor olursam para kazanırım, saygın bir işim olur, ama ben kandan korkuyorum. Konservatuvar okursam babam serserilik diploması aldığımı düşünerek mezuniyetime bile gelmez, arkadaşlarım evlendi ama benim hala bir kız arkadaşım bile yok” gibi daha realist takıntılar vuku bulur. Evlilikte “kocam bana olan aşkını yitirdi, artık eskisi gibi değil, acaba aldatıyor mu, karım neden beni anlamıyor, hâlbuki ben hep onu işimden daha ön planda tutuyorum, bu işte seneye terfi alır mıyım, yoksa kariyerim için yeni bir iş mi bakmalıyım, ne olacak bu memleketin hali, enflasyon böyle giderse bu şirketi kapatmam lazım” gibi on binlerce takıntı bir araya gelir ve yıllarca biriktirilenlerle birleşerek bir sıkıntı yumağı halini alır.  Yaşlıların da vardır takıntıları tabii… “Oğlum kaç yaşına geldi, hala evlendiremedim, askerden gelir gelmez başını bağlasak mı, emekli maaşı bu ayı çıkarmaya yetecek mi?” Onlarınki de hiç bitmez. 
Denemeye var mısınız? Bu gece bunların hiçbirini zerrece düşünmeden uyumaya çalışalım mı? İmkânsızı mı istiyorum acaba sizden? Bunu yapanlar varken siz niye yapamayasınız? İlk gereken şey biraz egoizm… Sadece yorgun olduğunuzu, beyninizin ve bütün organlarınızın dinlenmesi gerektiğini düşünüyorsunuz. Yarınki İngilizce sınavından kaç alacağınız umrunuzda değil… En çok işinize yarayan ve en gerekli personeliniz sürekli işe geç geliyor, yarın da işe geç gelecek. “İşler aksarsa…” Bırakın aksasın. Bir günde batmazsınız ya… Eşinizle uyumadan önce kavga ettiniz. Boş verin, yarın yine kavga edeceksiniz. “Ailelerin çoğu asgari ücrete talim ederken başbakan da çıkıp çıkıp en az üç çocuk naraları atıyor, bu adam kendini ne sanıyor?” O öyle dedi diye öyle değil, umursamayın. “CHP ne zaman iktidara gelecek, ölmeden altı okun hükümet kurduğunu görebilecek miyim?” Ülkeyi ben mi yönetiyorum, bana ne deyin. Bir kereliğine de olsa deyin. Bundan bir şey çıkmaz. “Bu aralar çok açıldım. Bu ayki kira gecikecek.” Siz değil, bırakın bunu bu gece ev sahibiniz düşünsün. “Kız yine bana pas vermedi” Size kız mı yok, elinizi sallasanız ellisi? “En sevdiğim arkadaşımla aram açıldı, acaba suç bende mi, bendeyse kendimi nasıl affettireceğim?” Arkadaşınız çoktan uyudu, rüya görüyor. “Bu gece hiçbir şey düşünmeden uyuyacağım, koyun mu saysam acaba” Yahu koyunlar bile uyudu, uyu artık.
Olmuyor değil mi? Olmaz. Bir insanda takıntı hastalığı varsa kolay kolay yenemez. Konu konuyu açtı da mı oldu bilmem ama takıntıyla başladığımız mevzu uykusuzluk sorununa dönüştü. Aslında birbiriyle ilintili şeyler… Uykusuzluk takıntıların yol açtığı hayat kalitesini sıfırın altına düşüren sonuçlardan sadece biri… Diğerlerini girişte bir bir sıralamıştım. İnsan ruhundaki deformasyonların bazen modern tıbbın bile çare bulamadığı ya da bulmakta zorlandığı fiziksel hastalıklara neden olduğunu hepiniz biliyorsunuz. Hiç inandırıcı gelmiyor, stresten beyinde tümör mü oluşurmuş, takıntıdan felç mi olunurmuş?
Gamsız ve kaygısız olun demiyorum ama kendinizi seviyorsanız, çok fazla detaylara takılmayın. Bunu hastalık haline getirdikten sonra çaresiz kalıp koca karı ilaçlarını kullanabilecek hale gelmeyin. Boşa koysam dolmuyor, doluya koysam almıyor, aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık, iki ucu kirli değnek gibi atalarımızın eşsiz sözlerini unutun. En önemlisi hiçbir şeye gerektiğinden fazla üzülmeyin. Son olarak bütün bunları yapabilirseniz, bana da öğretin.
Sevgiler…

5 Eylül 2012






3 yorum:

Yukarıdaki yazıyla ilgili yorumunuzu alayım : )