28 Şubat 2013 Perşembe

Renklerin Su Üstündeki Dansı... Ebru Yapıyorum...

Ebru su ve renklerin dansı... Ebru bir terapi... Ebru çok nadide bir sanat dalı... Bence ebru izlemesi icra etmekten daha fazla keyif veren adeta bir meditasyon... Çocukluğumdan beri ebruzenleri izlemeyi çok sevmişimdir. İlk defa geçen yıl denemiştim. Bu yıl da ilk fırsatta okuldaki ebru kulübüne damladım. Öğrenciler bitirdikten sonra hocamın yardımıyla birşeyler yapmaya çalıştım.  Burada ebru tekniklerinden battalı öğreniyorum :P Bu arada sevgili ebru hocam yetenekli olduğu kadar da güzeldir. : )

 
İzlerken kolay gibi duruyor ama yapması gerçekten zor. Hocamın yardımlarını görüyorsunuz. Battal yaparken sağ elinizle azıcık boyaya batırdığınız fırçayı tutuyorsunuz. Sol elinizin işaret parmağının yan tarafına hafif hafif fırçayı dokunduruyorsunuz. Üstünüze sıçratmamaya dikkat edin, boya lekeleri çıkmıyor. Aslında önlük giymek lazım ama işte biz süsümüzden taviz vermiyoruz. : ) Şaka tabii, önlüğüm yok ondan :)

Benim İçin 28 Şubat...

28 Şubat bazılarına göre hükümet, ordu ve bürokrasi üçgeninde yaşanan bir süreç…
28 Şubat kimilerince Sincan'da tankların yürümesi sadece...
28 Şubat pek çoğuna göre postmodern bir darbe...

Benim için 28 Şubat;

Başrollerini Necmettin Erbakan, Bülent Ecevit,  Kemal Alemdaroğlu, Nazlı Ilıcak, Merve Kavakçı ve Nur Serter’in paylaştığı; bizim de figüran olarak rol aldığımız uzun metrajlı bir dram filmi demek…

26 Şubat 2013 Salı

Güzel Kadın Nil Erkoçlar Artık Yok!

İlk defa Emret Komutanım dizisiyle tanıdık Nil Erkoçlar’ı… Hemcinslerine göre çok güzel bir kızdı ve ben şahsen çok beğenirdim. Dün okuduğum bir röportajla tüylerim diken diken oldu. Nil Erkoçlar'ın cinsiyet değiştirerek, hormon tedavisi ve bir dizi ameliyat sonucunda erkek olarak yaşamına devam edeceğini okudum. Adını da değiştirerek Rüzgar Erkoçlar koymuş. Buna sebep olarak; insanoğlunun herşeyi tutsak etmesini, yalnızca rüzgarın özgürlüğünü engelleyememesini, rüzgarın esip geçmesi olarak gösteriyor.


Bu toplum erkek dünyaya gelip daha sonra cinsiyet değiştirerek kadın olmayı tercih eden onlarca insan gördü. Bunları kabullendi. Hatta bazılarının hayranları bile var. Bülent Ersoy gibi... Ama böylesiyle ilk defa karşılaşıyordu. Hayatımda aldığım dersler zamanla bana hiçbir zaman hiçbir konuda önyargıda bulunmamayı, kimseyi peşinen yargılamamak lazım geldiğini öğretti. O yüzden Nil Erkoçlar’la yapılan röportajı ilk okuduğumda biraz empati yaptım. Yaşadıkları gerçekten çok zordu. 26 yıllık kadın hayatından keskin bir dönüşle erkek olmaya karar vermek insan psikolojisini derinden etkileyecekti ve bu gerçekten çok zor bir karar olmalıydı. Üstelik ünlü biri… Ailesi, akrabaları, arkadaşları ve tüm Türkiye… Kim hayatını alt üst etmek ister ki? Hakikaten pek çok şeyi göze alması gerekiyordu ve bunca şeyi göze alabildiğine göre durum düşünülenden ciddiydi. Benimse bütün yorumum bundan ibaretti.

25 Şubat 2013 Pazartesi

Komşuluk ve Ev Sahipleri Üzerine

Tam 8,5 yıldır evliyiz. Hâlihazırda oturduğumuz 4. evimize taşınalı 2 ay kadar oldu. Evet 8,5 yılda 4 ev değiştirdik. Annemlerle yakın oturduğumuz ilk evimizde giriş kat, altı boş ve buz gibi olduğu halde 4,5 yıl oturmak zorunda kaldık. Onlar başka bir semtten ev alıp taşınınca hemen 1 ay sonra annemlere yakın yeni, güzel bir ev bulduk ama ev sahibi 2 yıllığına kiralayabileceğimizi söyledi. Evi çok beğendiğimiz için kabul ettik ve verdiğimiz söze binaen 2 yıl sonra o evden de çıkmak zorunda kaldık. Eşimin işyerine de uzaktı zaten, ona yakın bir yerden berbat bir ev tuttuk. Ev gerçekten kötüydü ama her yere yakındı, çok merkeziydi. Ev sahibimiz de evinin özelliklerini taşıyordu. Üstelik tanıdık olmasına rağmen kazık yedik demek istemiyorum ama öyle bir şey oldu. Anlatıyım buna siz karar verin. Evin mutfak dolabı üstüme yıkılacak kadar kötüydü. Evi tutarken yaptıracağına söz verdiği halde 2 yıl sonra ancak yaptırdı. Yani ben 2 yıl o dolapları öyle korka korka kullandım. 10 gün yapımı sürdü. Lavabo yok, ocak yok, tezgah yok, dolaplar yok. Bütün tabak, çanak salonda… Bulaşık yıkayamıyorsun, yemek yapamıyorsun… 10 gün boyunca dışarıdan hazır şeyler yiyorsun. Tezgâh, duvarlar kırılıyor. Her yer toz, kireç… Bildiğiniz evin içinde inşaat… Nasıl olsa uzun süre oturacağız, çektiğimiz bu çileye değer diye hepsini sineye çekiyordum. Ta ki daha mutfak yapıldıktan 3 ay sonra pişkin pişkin evi satışa çıkardık, düşünürseniz size satalım diyene kadar : ) Beynimden vurulmuşa döndüm. İnsan insana bunu yapar mı diye günlerce düşündüm. Kasım aylarının son günleriydi sanırım… Ankara’nın en soğuk zamanları… Kışın ortası yani… Tamam, bana çık demiyor ama demese ne olacak ki? Bir defa evi almak isteyenler durmadan eve girip çıkacak. Evi alacakları için dip köşe her yerine bakacak. Diyelim ki buna katlandım. Ya evi alan kişi ben oturacağım, çıkın derse, kışın ortasında acele acele istediğim evi nereden bulurum. Bu yüzden evin satışa çıktığını öğrenir öğrenmez yeni bir kiralık ev aramaya başladık. Ama benim ev sahibime kırgınlığım ve kızgınlığım geçecek gibi değildi.

23 Şubat 2013 Cumartesi

Yeni Nesil Oyuncaklar Beni İsyan Noktasına Getirdi

“Çocuğun mu var derdin var” cümlesini ben en çok Erdem’e oyuncak alırken kullanıyorum. Hem de öyle bir söylüyorum ki içimin en derinlerinden hissede hissede. Aslında derdim çocuk değil, onu bana verdiği için Rabb’ime binlerce defa şükürler olsun. Derdim yeni nesil oyuncaklar… Avuç içini doldurmayacak kadar küçük, hangi amaca hizmet ettiği ve ne işe yaradığı belli olmayan, sadece popüler olduğu için tomarla paralar verilerek alınan oyuncaklar... 

ÇÖPS

Biz bu dertle anaokulundayken tanıştık.  O zamana kadar hiçbir sıkıntımız yoktu. Alırdım bir araba bir de lego seti tamam. Oynar dururdu. Anaokuluna başladığında arkadaşlarından göre göre duya duya bu derdi başıma musallat etti. Almasan olmuyor, mahsun mahsun kedinin ciğere baktığı gibi arkadaşlarının oyuncaklarına bakıyor, hele “ Biraz da ben oynayabilir miyim?” diye sorduğunda vermezlerse benim yüreğim parçalara ayrılıyor. Gel de alma. Mümkün mü almamak? Çocuk ağlar, üzülür, günlerce sızlanır. O unutsa bile anne yüreği çocuğunun o sinir bozucu oyuncağa hayran hayran bakmasını unutamaz. Velhasıl adını bile duymadığın o oyuncağın nereden alındığı çocuğun ana babasından öğrenilir ve ne hikmetse ülkenin en pahalı oyuncak mağazalarında satılıyordur.

21 Şubat 2013 Perşembe

Erdem'in 6,5 Yaşının Getirdikleri ( Gülelim & Düşünelim )

Erdem: Potofoki ödevimi yapmam lazım anne.

Ben: Fotokopi oğlum.

Erdem: Tamam ben de topofoki diyorum zaten

Ben: Bebeğim fotokopi der misin lütfen?

Erdem: Fotopoki … Tofopoki … Pokotofi … Of ya bildiğimi de unuttum senin yüzünden anneee…

(Koptuğum an  :D:D)

Baba ve oğlun yazdan kalma bir fotoğrafı...

 

Bebeğimin çok hasta olup çok şurup içtiği günlerde ona o iğrenç şurupları içirdikten sonra ondan özür diledim. Çok bilmiş Erdem'in cevabı şöyle oldu;
"Senin suçun yok anne, benim iyileşmem için bu gerekliydi ama bu ateş düşürücüleri lolipop şeklinde yapsalar da emsek emsek ateşimiz düşse daha iyi olurdu dimiiii?"

20 Şubat 2013 Çarşamba

Aranıyor! Hayatımdaki Eksik Aranıyor!

Düşündüm de uyku saatlerim dışında her salisem dur durak bilmeden geçiyor. Bazen yorucu bazen rutine bağladığım bir iş hayatım var. Hemen hemen hiçbir konuda hemfikir olamadığım muhalefet bir eşim, 1. sınıfta ve çok konuşan cıvıl cıvıl bir oğlum var. Çok kitap okuyorum, sadece Sagopa da olsa müzik dinliyorum. Hepsini bir bir soldursam da çiçek yetiştirmeye çalışıyorum. Blog yazıyorum, sizi üç gün üst üste postsuz bırakmıyorum. : ) Alışveriş yapıyorum, geziyorum. E artık her Allah’ın günü spora da gidiyorum. Ama yok, yok arkadaş… Bunlar beni galiba tam anlamıyla tatmin etmiyor. Eksik bir şeyler, dolduramadığım bir boşluk var. Ama ne? Aklıma ilk gelenler;

  • Nikâh tazelemek : ) ( ve tabii düğünü de : ) )
  • İkinci çocuk : )
  • İngilizce kursuna gidip şu dili adamakıllı öğrenmek
  • Master yapmak
  • Umreye ya da Hacca gitmek ( Belki de uhrevi bir eksikliktir, kim bilir?)
Olanı biteni saydım. Sizce eksik olan ne? Mantıklı önerilerde bulunacağınızı umuyorum. Mutlaka aradan birkaç çatlak ses çıkıp “yemek yapmak, ev temizlemek bıdı bıdı bıdı” diyecektir ama onları da yapıyoruz herhalde. Bunları işten saymadığım için yazmadım :)

Dediğim gibi ben bulamadım. Hayatımdaki boşluğu dolduracak şeyi kimin bulup hayatımı kurtaracağını çok merak ediyorum. Bilen söylesin, depresyona girerim bak : (

Görüşürüz…


18 Şubat 2013 Pazartesi

İnanılmaz ama Gerçek; Spora Başlıyorum...

Hayatımda radikal bir karar alarak spor yapmaya başladım. Yıllardır bütün yaptığım spor sadece pikniklerde voleybol oynamak ve ip atlamaktan ibaretti. Pikniğe de 2-3 sene de bir gittiğim ve apartmana bile arabayla girmek isteyecek kadar yürümekten nefret eden biri olduğum düşünülürse bu benim için gerçekten radikal bir karar oldu. Geçtiğimiz Cumartesi evimizin yakınındaki B-Fit Spor Merkezi'ne görüşmeye gittim. Valla kilo sorunum olduğundan değil, Medium beden giyiyorum yanda görüyorsunuz : )) (Spora başlama nedenlerimi ve B-Fit Spor Merkezi'nin özelliklerini, memnuniyetlerimi ya da memnuniyetsizliklerimi başka bir postta paylaşacağım sizlerle.) Anlatılanları dinleyince hemen o gün üye olup başlamak istedim. Spor ayakkabı ve eşofmanla gelmeniz yeterli deyince benim spor yapmaya uygun bir spor ayakkabım ve eşofmanım olmadığını hatırladım. Ertesi gün hemen alışverişe çıktık. 

6 Şubat 2013 Çarşamba

Canım, sen niye gelmedin?



“Canım, sen niye gelmedin?” Böyle bir cümle sadece bir kişinin dudaklarından döküldüğünde canınız yanar. Bir et parçası dediğiniz kalbinizi, birisinin hamur gibi eline alıp oklavayla açtığını duyumsadığınızda çok acı çekersiniz. O hamur üçe, beşe katlandığında ve her katlamada bin defa daha hissettiğiniz azap kızgın fırında pişirildiğinde zirveye çıkar gibidir. Duymaya alıştığınız yumuşacık ses metrelerce öteden hızla atılıp saplanan bir oktur can damarınıza ve o an onun ayağının altındaki halı, soluduğu nefes, yediği yemek, yanağına düşmüş gözyaşı olmaktır dünyaya dair tek arzunuz. Bunların hayal olduğunu idrak ettiğinizde ise yere düşer düşmez eriyen kar tanesinin, göğe yükseldiğinde sonsuzlukta kaybolan toz bulutunun yerinde olmak ister, onların ne kadar da şanslı olduğunu düşünürsünüz. Size saliseler içinde bunun gibi sayısız duyguyu aynı anda yaşatabilecek tek şey, Allah’ın insana dünya nimetleri adına bahşettiği en güzel armağan olduğunu düşündüğüm, anne ve baba olma lütfuna mazhar olan herkesin tadıp bildiği evlat sevgisidir. 

Dün gece yarısından sonra saat iki civarında tehlike sireni gibi çalan telefon sesiyle uyandık.

5 Şubat 2013 Salı

Türkiye'yi de Etkisi Altına Alan "Kore Dalgası"

Son birkaç yıldır etrafta bir Kore sevgisi aldı başını gidiyor. Özellikle Gangnam Style o tuhaf dansıyla ortalığı kasıp kavurdu. Sadece Türkiye’de değil, Asya başta olmak üzere; film, dizi, müzik, kültür, eğlence ürünleriyle dünyanın her yerini saran “Kore Dalgası”na Koreliler “hallyu” adını veriyor. Konuyla ilgili Kore sevgisi manyaklık derecesine ulaşmış olan güzel, sevimli, tatlı güccük kuzen Zehra’yla sohbet ettik. Ben sordum, o da bayıla bayıla anlattı. Olayı kaynağından çözmeyi her zaman severim :p  ( Gülerdem Blog GB*-Kuzen Zehra KZ* şeklinde kısaltılmıştır. : ))))


3 Şubat 2013 Pazar

Pucca'yla Hızlı Başlayıp Hızlı Biten Aşkımız

Pucca’yı duymayan var mı? Saçma bir soru oldu aslında, sanırım bu bayandan en son haberi olan kişi benim. Geçen gece internette dolaşırken Pucca’nın bloğuna rastladım. Gece yarısı bir kadının satırlarının içinde öylesine boğuldum ki gözlerimin sızısıyla sayfalarca okuduğumu fark ettim. İşten yorgun argın gelen eşim benim Pucca’yı okurken attığım kahkahaları hissetmiyordu bile. Gözlerimden yaşlar akıyordu hem gülmekten hem de çok okumaktan. Bilgisayar ışığı gözlerimi sızlattığı için hemen Pucca’ya twitterdan mesaj attım. Acilen blogtaki yazılarını kitap haline getirmesini yoksa gözlerimin bozulacağını söyledim. İki-üç dakika içinde cevap geldi: “3. Kitap çıktı” Önce bir afalladım. Kendi kendime ne oluyor, nasıl yani gibi sorular sorarken netten biraz araştırdım kiii kız blogtaki yazılarıyla çoktan meşhur olmuş. Okan Bayülgen’in programına konuk olmuş. Ayşe Arman’a röportaj bile vermiş. Twitterda yarım milyon takipçisi var, bir o kadar da bloğunda… Milliyet’te, Hürriyet’te köşe yazıları yazıyormuş. Kendi çapında dizüstü edebiyatı diye bir edebiyat türü oluşturmuş vs. Marilyn Monroe hayranı olduğunu tahmin ediyorum, zira her postunda aktristin fotoğraflarını görmek mümkün… Sanırım uzun zaman da bu fotoğrafların arkasına saklanmış, babası arkasında durunca da gerçek kimliğiyle gün yüzüne çıkmış. Anlayacağınız sosyal medyanın kraliçesi olmuş bu bayan. Bütün bunları öğrenince o attığım twit yüzünden kulaklarıma kadar kızardım. Bir yazara “kitap yaz” diye tavsiyede bulunmak beni gerçekten utandırdı. 

1 Şubat 2013 Cuma

Barış Manço Moda 81300 İstanbul :(

Evimizin oturma odasına kadar girmeyi başarabilen ilk uzun saçlı adam o… 70 ve 80’li yılların kaldıramayacağı marjinal görüntüsüne rağmen hangi dünya görüşüne sahip olursa olsun, 7’den 77’ye herkesin sevgilisi olmuş biri… Barış Manço… Biz 80 kuşağı çocukları en çok Barış Manço şarkıları dinleyerek ve bu sıra dışı adamın televizyon programlarını izleyerek büyüdük. İstanbul’a çok az gitmişliğim vardır, çok fazla bilmem. Ama ben İstanbul’u birazcık seviyorsam, Barış Manço’nun program sonunda hep aynı ses tonuyla ve hep aynı ahenkle verdiği “Barış Manço Moda 81300 İstanbul” adresi yüzünden sevmişimdir. :) O dönemde benim yaşımda çocuklar kendi ev adreslerinden daha iyi bilirlerdi bu adresi. :) Yıllar sonra Necip Fazıl’ın “Canım İstanbul” şiirinin Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu; adada rüzgâr uçan eteklerden sorumlu ” dizelerini Tayyip Erdoğan’dan her dinlediğimde de Barış Manço ve bu adresi veriş sahnesi canlanır gözlerimde. Barış Manço’nun Moda’sı kurumlumuymuş diye de düşünmüşlüğüm vardır. : ) 


Çocuk ve gezi programları yapardı ve herkesi bu programlara bağımlı hale getirirdi. “Adam Olacak Çocuk” programından hızlı konuşması, 10 puan 10 puan 10 puan diyerek tüm çocuklara bol keseden dağıttığı 10 puanlar, demirde bol miktarda ıspanak olduğu ve tabii ki diş fırçalamanın önemi kalmış aklımda : ) Diğerlerinden Barış elçiliği ve Türk-Japon dostluğu vs.

Celal ile Ceren Gerçekten Kötü Mü?

Çok nadir film izlerim, açıkçası pek de sevmem. “Eşimle Aramızdaki 32 Fark” postunda da bundan söz etmiştim. Üniversitede eğitimini aldığım bölümde sinema tarihi, film kuramları gibi derslerde siyah beyaz Charlie Chaplin filmlerinden saçma sapan Alman sinemasına; aklımda yer eden en iyi filmi “Potemkin Zırhlısı” ile Rus sinemasından, Atıf Yılmaz ve Kemal Sunal filmlerine kadar tonla film izleyip bunlardan sınav olduğumuz için film izlemekten bıktım ve zevk almıyorum. Sevgili Hocam Prof.Dr. Seçil Büker’i de burada saygıyla anıyorum tabii ki… : )) Ayrıca canım hocam Fatma Küçükkurt’u da anmadan olmaz. İsmini zikrettiğim film üstadı hocalarım inşallah bana gücenmezler.  ( Yaş 33 olsa da insan hala hocasından korkuyor ya :S ))


 Her karede çekim tekniklerini düşünmek, çekime eleştirel gözle bakmak ve işin kurmaca olduğunu bilmek tüm büyüyü bozuyor. Bu yüzden film izleyemiyorum. Film kültürüm o yüzden iyice sıfırın altına düştü fakat dizilerde aynı şeyler olmuyor nedense… Dizi filmlere sanat gözüyle bakmıyor muyum acaba? Her neyse… Sadede gelelim.

Aldığım duyumlara göre Recep İvedik tiplemesiyle ününe ün katan Şahan Gökbakar'ın “Celal ile Ceren” filmi dünyanın en büyük sinema portalında IMDB’de ( İnternet Film Veri Tabanı)  “en kötü film” seçilmiş. 18 Ocak’ta vizyona giren Celal ile Ceren son verilere göre 12 bin oy alarak 1. Sıraya yerleşmiş. Bu işte İnci Sözlük yazarlarının parmağı olduğu iddia ediliyor : ) Artık aralarında nasıl bir husumet varsa bilemeyiz.