Tam 8,5 yıldır evliyiz. Hâlihazırda oturduğumuz 4. evimize
taşınalı 2 ay kadar oldu. Evet 8,5 yılda 4 ev değiştirdik. Annemlerle yakın
oturduğumuz ilk evimizde giriş kat, altı boş ve buz gibi olduğu halde 4,5 yıl oturmak
zorunda kaldık. Onlar başka bir semtten ev alıp taşınınca hemen 1 ay sonra
annemlere yakın yeni, güzel bir ev bulduk ama ev sahibi 2 yıllığına
kiralayabileceğimizi söyledi. Evi çok beğendiğimiz için kabul ettik ve verdiğimiz söze binaen
2 yıl sonra o evden de çıkmak zorunda kaldık. Eşimin işyerine de uzaktı zaten,
ona yakın bir yerden berbat bir ev tuttuk. Ev gerçekten kötüydü ama her yere
yakındı, çok merkeziydi. Ev sahibimiz de evinin özelliklerini taşıyordu.
Üstelik tanıdık olmasına rağmen kazık yedik demek istemiyorum ama öyle bir şey
oldu. Anlatıyım buna siz karar verin. Evin mutfak dolabı üstüme yıkılacak kadar
kötüydü. Evi tutarken yaptıracağına söz verdiği halde 2 yıl sonra ancak
yaptırdı. Yani ben 2 yıl o dolapları öyle korka korka kullandım. 10 gün yapımı
sürdü. Lavabo yok, ocak yok, tezgah yok, dolaplar yok. Bütün tabak, çanak
salonda… Bulaşık yıkayamıyorsun, yemek yapamıyorsun… 10 gün boyunca dışarıdan
hazır şeyler yiyorsun. Tezgâh, duvarlar kırılıyor. Her yer toz, kireç…
Bildiğiniz evin içinde inşaat… Nasıl olsa uzun süre oturacağız, çektiğimiz bu
çileye değer diye hepsini sineye çekiyordum. Ta ki daha mutfak yapıldıktan 3 ay sonra pişkin pişkin evi satışa çıkardık, düşünürseniz size satalım
diyene kadar : ) Beynimden vurulmuşa döndüm. İnsan insana bunu yapar mı diye
günlerce düşündüm. Kasım aylarının son günleriydi sanırım… Ankara’nın en soğuk
zamanları… Kışın ortası yani… Tamam, bana çık demiyor ama demese ne olacak ki?
Bir defa evi almak isteyenler durmadan eve girip çıkacak. Evi alacakları için
dip köşe her yerine bakacak. Diyelim ki buna katlandım. Ya evi alan kişi ben
oturacağım, çıkın derse, kışın ortasında acele acele istediğim evi nereden
bulurum. Bu yüzden evin satışa çıktığını öğrenir öğrenmez yeni bir kiralık ev
aramaya başladık. Ama benim ev sahibime kırgınlığım ve kızgınlığım geçecek gibi
değildi.
Madem evi satacaktın, mutfağı yaptırmadan önce bunu söyleseydin, ben
kabul eder miydim? Bana evin içinde niye inşaat çilesi çektirdin? Madem
söylemedin ve bu çileyi çektirdin, neden daha hiç kullanamadan evi satıyorsun?
Bu soruların cevabını ben veriyim sizlere… Bize evi satacağını önceden
söyleseydi, ben evden çıkacaktım ve ev satılana kadar boş kalacaktı, yani
kirasız kalacaklardı. Bize evi satacağını önceden söyleseydi, biz çıktıktan
sonra mutfağı yaptıracaklardı ve o işkenceyi kendileri çekecek, temizliğini de
kendileri yapacaklardı. 10 gün boyunca
inşaat pisliğini ben çektim ve ben temizledim. Onlar da hoopp her şey bitince 3
aylık susma payı verip evi satışa çıkardılar. Reva mı bu? Şimdi ben bu bayana
hakkımı helal etmeli miyim? Allah şahit ki evden ayrılırken görüşmedim,
helalleşmedim. Görüşmek istemedim, çünkü hakkını helal et deseydi, etmiyorum
diyebilirdim. Zamana bırakmak istedim. Belki zamanla sinirim geçer ama o evden
taşınalı 2 ayı geçti, hala öfkem dinmiyor. Hepsi aynı değildir mutlaka ama ev sahiplerine biraz daha insaf, kiracılara da sabır diliyorum.
Aslında konumuz bu değildi ama yaram öyle büyükmüş ki içimi
döktüm, rahatlamış hissediyorum kendimi. Şimdi asıl konumuza gelelim. Dört ev değiştirdiğimden bahsetmiştim. Hiçbirinde
hiçbir komşum olmadı. 8,5 yıllık evlilik hayatımda apartmandaki bir dairenin
bile kapısını çalıp girmedim. Hiçbirinin evini görmedim. Aynı şekilde benim
evime de kimse gelmedi. Açıkçası, ilk evlendiğimde yaşım küçük olduğu için (24)
ben istemiyordum komşuluk yapmayı. Misafir ağırlamaktan korkuyordum.
Beceremezsem, rezil olursam diye falan. Ayrıca öyle ev hanımları gibi
misafircilik oynamak bana büyüdüğümü ve yaşlandığımı hissettirecek diye düşünüyordum
: ) Ama sonra annemin komşuluklarını özlemeye başladım. Dört ayrı apartmandaki
komşuların hepsi kötü olmayacağına göre “Demek ki suç sende, sen komşuluk
yapmayı bilmiyorsun” diyebilirsiniz. Ben de bazen böyle düşünüyorum. Ama bir de
benim açımdan bakarsak; ilk önce yeni
taşınanın evine “ hoş geldiniz” demek için gelinmez mi? Dört evime de
taşındığımda hiç kimse gelmedi. Kimse gelmeyince “ Heeyyyyy, ben geldim” diye
gidemem ki ben kimsenin evine. Yani suç bende değil : ))) Belki onlar da ben çalıştığım için rahatsız etmekten çekinmiş olabilirler, bilemetiz. Ama taşınırken de 2 bardak
çay bile getiren olmadı :( Ben annemden böyle görmedim. Annem her taşınana bir şeyler
götürürdü. Komşularıyla hemen kaynaşır, bir hafta sonra en az bir tanesiyle
kanka olurdu. Çocukken komşularımızın
her şeyi tatlı gelirdi bana… Hatta yaktıkları katalitikten çıkan gaz kokusu
bile parfüm gibi gelirdi. Aynısından bizim evde de vardı. Ama onlarınki bir
başkaydı. Gülistan Teyze’min kulakları çınlasın…
Sadede gelecek olursak, iki ay önce taşındığım (iki de bir
bunu hatırlatıyorum, karışıklık olmasın diye) bu dördüncü evimin bulunduğu
apartmanda dün bir komşunun evine nihayet ayak bastığımı söylemek için bu kadar
şey anlattım. Hemen bitişiğimdeki dairede iki kişi yaşadığını sanıyordum. Genç
bir kız ve yaşlı bir teyze. İki aydır ikisini de birer defa görmüştüm. Teyzeyi çöp
atarken, kızını da işten gelirken… Beraber kapılarımızı açıyorduk. Hepsi bu…
Dün Pazar olduğu için bütün gün temizlik yapmayı planlıyordum. Haftaya misafir
gelecek de ancak temizlerim diye… Zil çaldı, eşim baktı kapıya… Karşı komşunun
oğlu geldi. Annesi için mevlit okutacaklarmış, seni de çağırıyorlar, dedi.
Mevlit olayını önce algılayamadım. “Karşı komşunun oğlu” sözüne takıldım. Karşı
komşunun oğlu mu varmış? Ben yalnızca bir kızı var sanıyordum. Annesi için
mevlit mi? Hangi annesi? O yalnızca bir defa gördüğüm ve sadece “iyi akşamlar”
diyerek iki kelime ettiğim çöp atan teyze mi ölmüştü? Yok canım olamazdı, o
daha birkaç gün önce çöp atıyordu. Hem o teyzenin oğlu yoktu ki, bu başka bir
komşu olabilir miydi? Eşimle uzun uzun birbirimize bu soruları sorduk. Eşim “bence
karşı komşunun oğluydu, hem ben o teyzeyi bayadır görmüyorum” dedi. Ben de
“eğer ölen o teyzeyse benim gitmem şart, kapı komşusuyum, ama ilk defa bir
komşunun evine gideceğim. Nasıl bir şey komşuya gitmek? Üstelik ölen kişinin o
olup olmadığı da belli değil. Ya o
değilse… Ya ben evin bireylerine yanlışlıkla “başınız sağ olsun” dersem. Evin
kızını da bir kere gördüm, ya o kalabalıkta tanıyamazsam, kime başsağlığı
dileyeceğim ve en kötüsü mevlit o evde değilse ve eşim yanlış anlamışsa,
mevlidi annesi için değil de ölen başka bir yakınları için okutuyorlarsa…
Sorular sorular… Bir türlü emin olamadım. Tek bildiğim şey ölüm söz konusuydu,
mutlaka gitmem gerekiyordu. O kadar heyecanlıydım ki… Sanki komşuya değil,
Beyaz Saray’a gidiyorum. Üzerimi değiştirirken gittiğimde ev sahibini nasıl
bulacağımın, nasıl baş sağlığı dileyeceğimin provasını yapıyordum. Hazırlandım,
Bismillah diyerek çıktım kapıdan… Karşı dairenin açık kapısı ve onlarca
ayakkabı, adresin doğru olduğunu söylüyordu. Direk olaya dalmayıp sakin
davranacak ve önce biraz gözlem yapacaktım. Selam verdim ve kadınların
konuşmalarından neler olduğunu öğrenmek için kulak misafiri oldum. Birinin
öldüğü dışında hiçbir şey anlamadım. Öyle sağa sola bakarken aşina olduğum bir
yüz ( evin kızı ) hoş geldiniz dedi, ben de hoş bulduk başınız sağ olsun dedim.
Artık hiç kimsenin başka bir şey söylemesine gerek yoktu. Kızın yüzünden
annesini kaybettiğinin acısı açık seçik okunuyordu. Bir anda 40 yıllık tanıdık, eş, dost, akraba
gibi “Hiç haberim olmadı, ne zaman oldu” diye sordum. 7 gün olmuş. Okunan da 7
mevlidiymiş. Karşı komşum vefat etmiş, üzerinden 7 gün geçmiş, mevlidi okunuyor
ve ben daha bunu yeni öğreniyorum. Öyle utandım, öyle mahcup oldum ki… Ve çok
üzüldüm. Ev dolup taşıyordu. O kadar çok seveni olan bir teyzeyle sadece iki
kelime etmiş olmanın hüznü kapladı yüreğimi. Keşke biraz daha konuşabilseydim.
Herkes öyle güzel yâd ediyordu ki… Mekânı cennet olsun inşallah. Bir anda evin
kızı ya da bir akraba moduna girdim. Mevlitten sonra ikramların servisine
yardım ettim. Ne de olsa kapı komşusuydum. Annemden gördüğüm her şeyi yapmak
istiyordum. Misafirlere sandalye yetmedi, hemen evden sandalyeleri kaptım getirdim. Ne de
olsa kapı komşusuydum. Erkek misafirlerin dışarıda olduğunu duydum. Eşim de
evdeydi. Erkeklerin bizim eve geçebileceğini söyledim. Önce gelmediler, ama
yemek zamanı gelince ve biz de biraz daha ısrar edince ( 4 defa söyledim)
geldiler. Evimi açtım. Ne de olsa kapı
komşusuydum. Ama daha çok şey yapmak istiyordum. İkramlar zaten bizim eve cenaze
evinden taşınmıştı ve cenaze evi bulaşık doluydu. Bizim evde çıkan bulaşıkları
yıkadım, kuruladım. Temiz temiz götürdüm. Ne de olsa kapı komşusuydum. Gittim,
biraz daha yardım ettim. Bütün misafirler gitti, eşimi de taziye için çağırdım.
Artık evin kızının iki arkadaşı ve ben kalmıştım. Ne de olsa kapı komşusuydum.
Kalacaktım tabii. Bütün bunları niye yapıyorum diye düşündüğüm anlar oldu. Amacım yıllardır
özlediğim komşu özlemi miydi? Komşu edinmek için yapmacık hareketlerde mi
bulunuyordum? Yoksa geç duymuş olmamın utancı ve teyzenin vefatının ilk
günlerinde yapmam gerekenleri yapamadığım için duyduğum pişmanlık yüzünden
miydi bunlar? Hayır, yaptıklarım hiçbir şeydi ama hepsini içimden gelerek yapıyor, hepsinde içim ayrı ayrı
huzur doluyordu ve hiçbirinin de yetmeyeceğini düşünüyor, hep daha fazla bir
şeyler yapmak istiyordum. Eşim
başsağlığı dileyip gittiği halde ben hala komşudaydım. Baktım artık benlik
hiçbirşey kalmamış gibiydi. O güzeller güzeli kızın 40 yıllık arkadaşları
yanındaydı ama ben niyeyse sanki bana ihtiyacı olacağını düşünüyordum. Kendi
kendime dedim ki; abartma artık, kapı komşususun tamam ama evine git, yeter. Eve
geldiğimde saat 20.30 falan olmuştu. Yani 5 saat civarında orada kaldım. Hiç
tanımadığım teyze için gözlerimden yaşlar döküldü. Sanki kız kardeşimi o evde yalnız
bırakıyor gibi hissettim ve dünden beri her yaptığım işte onu düşünüyorum.
Acaba bugün işe başladı mı, şimdiye kadar yemekleri annesi yapıyordu, şimdi o
nasıl yapacak? Erdem de bana benzemiş. Ablasını çok sevdi. Akşam okuldan
geldiğimizde ben evin kapısını açarken Erdem “ Anneee, ………… ablamın kapısını
çalabilir miyim, merhaba demek istiyorum” dedi ama ben rahatsız etmek
istemediğim için izin vermedim. Ama ne yalan söyleyeyim benim de aklım onda.
İlk komşuluğumun böyle acı bir sebeple başlayacağını
bilmediğim gibi devam edip etmeyeceğini de bilmiyorum. Hayırlısı olsun. Allah
teyzenin kabrini cennet bahçesi eylesin. Çocuklarına ve amcaya sabırlar versin.
Hepimizin külüne muhtaç olacağımız çok iyi en az bir komşusu
olması dileğiyle… İyi geceler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yukarıdaki yazıyla ilgili yorumunuzu alayım : )